Makale

Aı̇dı̇n Salı̇h: Modern tıp temelde bozuk

Aidin Salih ile yitik şifanın izini sürdüğü «Gerçek Tıp» kitabını ve yaklaşımını konuştuk.

Aidin Salih, Sade Hayat Yayınları’ndan çıkan «Gerçek Tıp» kitabıyla çoktan yitirmiş olduğumuz şifanın izini sürüyor. NHI İstanbul Doğal Sağlık Enstitüsü ile Sade Hayat Derneği‘nin kurulmasına öncülük eden Aidin Salih, hastalıkların tedavisi için yeni bir yaklaşım öneriyor.

Aidin Salih’in yaklaşımına göre, hastalık sonuç değil, hastalık aslında onu hazırlayan yaşam tarzı. Örneğin, başı ağrıyan bir kişinin hastalığı baş ağrısı değil, kişide baş ağrısına neden olan yol ve tercihleri.” Salih’e göre modern tıp çözümü yanlış yerde arıyor ve yitik şifanın izini aradığı bu yaklaşım gerçeğin ta kendisi, hatta şöyle ki Aidin Salih kendi yaklaşımı dışındaki yaklaşımları alternatif tıp olarak değerlendiriyor. Aidin Salih’in hastalık ve tedavi konusunda şimdiye kadar duymadığımız farklı önerileri var. Örneğin çocuklara yaptırılan aşıların vücutlarına korkunç derecede zarar verdiğini, hatta domuz ve maymun DNA’larının bu aşılarla çocuğun DNA’sına karıştığını, çocukların domuzlaştığını ve maymunlaştığını ifade ediyor. Bu duruma da hiperaktif ve otistik çocukları örnek veriyor. Dikkat çeken bir başka nokta da çocuklardaki ateş hakkında söyledikleri…

Biz de bu konuyu Aidin Salih, Sade Hayat Derneği Başkanı Faruk Günindi ve Sade Hayat Derneği kurucularından Bahadır Cevizci ile konuştuk. Bir sohbet havasında geçen röportajda Aidin Hanım’ın yaklaşımına ilişkin değerlendirmelerinin yanı sıra 40 yaşında nasıl Müslüman olduğuna dair önemli notları da okuyabileceksiniz.

Öncelikle bu kitabın hikâyesinden başlayalım istiyorum. Siz Ukrayna’da tıp eğitimi aldıktan sonra Taşkent Üniversitesi’nde biyoloji eğitimi aldınız ve sonrasında da Uluslararası Alternatif Tıp Okulu’nu bitirdiniz. Peki zaman içerisinde edindiğiniz bu bilgi ve deneyimleri bir kitapta toplamak fikri nasıl ortaya çıktı?

Aidin Salih: Tıbbın tamamen başarısız olduğunu çok erken anladım. Modern tıptan bu sebeple ayrıldım ve biyoloji okudum. Zaten yaklaşık son 20 yıldır kuantum fiziği buluşları ile bütün bilim adamları aynı sonuca vardı.

Yeryüzünde bir inanç ve bir dinle bağlantılı olmayan hiçbir şey yok. Özellikle de tıp. Neden tıp? Çünkü insanı en çok gıda ve tıp ilgilendiriyor. İnsan en çok hasta olmaktan, ölmekten ve aç kalmaktan korkar. O zaman bu iki konu insan için çok önemlidir ve insan hayatını şekillendirir. İnsan neye sığınırsa ona benzer.

Hiçbir tıp dine dayalı olamaz. Kuantum fizikçileri şöyle söylüyor; maddi dünyada fizik ve kimya kanunları geçerli ancak konu atoma gelince insanın aklı duruyor. Çünkü orada hiçbir kanun geçerli değil. Atom altı dünyada kanunlar geçerli değilse o zaman kanunların ne anlamı var? Dikkat edin, bu çok ince ve temelli bir anlayış. Atom altına kadar kanunlarımız geçerli, ancak atom altı dünyada geçerli değil. Atom altı dünyada ne olduğunu biz insan aklımız ile anlayamayız. O zaman bir dine sarılmaktan başka bir çözüm kalmıyor. İster bilim adamı olsun, ister iş adamı olsun ya da normal bir vatandaş olsun… Ben insanın bir dine muhtaç olduğunu kuantum fiziği gelişmelerinden çok önce fark ettim.

Faruk Günindi: Makro beslenme kuramının kurucusu Japon bir bilim adamı var. Adı Michio Kushi, beslenme prensiplerinin başında kendi prensiplerinden bahsederken şöyle diyor: «Ben bundan sonra söyleyeceğim her şeyi kendi dinimin üzerine söylüyorum. Ama bilin ki modern tıp da bir din üzerine kuruludur. Onun da azizleri, ibadethaneleri, papazları, kutsal kitapları, doğruları ve yanlışları vardır. Benim bu söyleyeceğim şeyler o dine ve O dini inanç sistemine ait değildir, size ters gelebilir. Onun için lütfen bana göre değerlendirmeye çalışın.»

Aidin Salih: Hastaların en sevdiği cümle; “Ben doktora kendimi teslim ettim”dir. Peki senin aklın nerede idi? Sen nasıl kendini başka bir insana teslim ediyorsun? Hiç olmazsa uygulayacağın bu yöntem nedir diye bir araştır. Ama hiç kimse araştırmıyor. Ben zamanımızda bütün insanların akıllarını kaybettiğini görüyorum. Çünkü araştırmayan insan akıl sahibi olamaz.

Ne zaman fark ettiniz bunu?

Aidin Salih: 40 yaşında Müslüman olduktan sonra. O zaman Kur’an-ı Kerim okumaya başladım. Bu süreçte Kur’an’da tıp ve biyoloji hakkında en önemli kanunların var olduğunu fark ettim. Tıpta ve biyolojide cevaplarını bulamadığım soruların cevaplarını Kur’an’da buldum. Ve bu kitap Hak kitaptır, ilim kaynağıdır. Bunu anladıktan sonra her şey kolay oldu.

Bu bilgiler nasıl kitap haline geldi?

İlk önce ben Türkçe bilmiyordum. Türkçe öğrenmeye başladım. İlginçtir ki bu kitabın yazılması fikri Türkiye’de oluştu. Türkiye’ye ilk geldiğimde halka hastalık sebeplerini anlatıyordum, onlar da not alıyorlardı. Sonra birçok not tutuldu ve bu notlar bana sunuldu. Notları incelediğimde çok hata olduğunu gördüm. Ama o notlar artık her yere yayılmıştı ve düzeltmek mümkün değildi. O zaman ben bu kitabı yazmaya karar verdim. İlk kitabım çok ilkel oldu. Çünkü o zaman Türkçem çok zayıftı. İkinci kitap daha iyiydi, üçüncüsü daha iyi, dördüncü daha iyi ve son olarak beşinci baskı çok güzel oldu. Çünkü Türkçem gelişti.

TIPLA ŞİFA BULMAK MÜMKÜN DEĞİL

Siz Kur’an ve Peygamber Efendimizin (s.a.v.) hadislerinin ışığında ‘gerçek tıp’ yaklaşımıyla yitik şifanın izini sürüyorsunuz. Bize biraz ‘gerçek tıp’ yaklaşımını anlatır mısınız?

İnsanlar lisanlarındaki en önemli kelimeleri yitirdiler. Mesela bugün akıl kelimesi kullanılmıyor. Siz bunun farkında değilsiniz belki, söylediğimde fark edeceksiniz. Örneğin; herkes benim çocuğum üstün zekâlı diyor ama kimse benim çocuğum akıl sahibi demiyor. Neden? Çünkü akıl kalmadı. Sonra şifa kelimesini kimse kullanmıyor. Tedavi deniyor, nedir tedavi? Anlaşılması mümkün olmayan bir terim. Tıp şifaya ters bir kuruluştur. O yolda şifa bulmak mümkün değil. Şifa vasıtası sadece hekim olabilir.

BEN BÜTÜN DİNLERİ ARAŞTIRDIM AMA ARADIĞIM HER ŞEYİ İSLAM’DA BULDUM

Peki hekim kimdir? Muhakkak Müslüman’dır. Bilgi sahibi olan kişi bilgisini muhakkak bir dine dayandırmaya mecburdur. Aslında buna bilgi değil ilim demek gerekir. Bilgi sadece maddi dünyada geçerli ama atom altı dünyada bu bilgilerin hiç bir anlamı yok az önce bahsettiğimiz gibi. İlimse hem bu dünyada hem atom altı dünyada geçerli. İlim sahibi sadece Kitaba inanabilir. Tek Kitap da Kur’an’dır. Çünkü biliyorsunuz diğer kitaplar bozuldu. Bu kitapların bozulduğunu Kur’an’ı bilmeyen Museviler, Hristiyanlar anlayamaz. Ben inancımı sorguladığımda araştırmalarıma Yahudilikten başladım, sonra Hıristiyanlık, Budizm ve diğer bütün dinleri araştırdım. İslam son araştırdığım dindi. Ben her şeyi İslam ışığında anladım, diğer dinlerin hatalarını buldum. Ama Kur’an’ı tanımayıp İslam’a girmeseydim anlayamayacaktım. Ben ilk araştırırken bütün dinlere âşık oldum, Budizm’e dahi. Çünkü onlar çok güzel görünüyordu, İslam’ı bilmeyenler için gerçekten caziptiler. Ama İslam’a kavuştuktan sonra onların ne kadar ilkel dinler olduğunu anladım.

AKILLI KİŞİ İLİM SAHİBİ OLANDIR, ZEKA İSE ŞEYTANIN SIFATIDIR

Gerçek hekim sadece bir şifa vasıtası olabilir. Ama hekimin muhakkak Müslüman olması gerekir, çünkü o zaman ilim sahibi olur. Bakın zeki değil, akıllı olması gerekir. Akıllı ve zeki çok farklı kavramlardır. Akıl sahibi, Allah’tan yani ilimin kaynağından ilim sahibidir. Zekâ aslında şeytanın sıfatıdır. Hekim akıllı ve erdem sahibi olmalıdır. Aksi halde hekim şifa veremez, zarar verir.

İlim ancak Allah’tan gelir. Allah bu dünyayı ve öbür dünyayı yarattı. Yaradan bilir, yaratmayan bilemez.

DDT üretildiğinde bütün dünya mutluluktan uçuyordu. Bütün meyve sebzelerin üzerindeki sinekler, böcekler ölecek ve biz çok ürün alacağız diye düşündüler. Peki, öyle oldu mu? Tabi ki olmadı. DDT ile dünya, bütün canlılar, insanlar korkunç zarar gördü. Sonra DDT nasıl yok edilir diye düşünülmeye başlandı. Ama DDT’yi yok etmek imkânsız. DDT’yi denizlere, okyanuslara gömdüler ve bu sefer denizdeki hayvanlara zarar geldi. Toprağa da zarar geldi. Bu felaket bitmiyor, bitmez de. Ne zaman biter? DDT parçalanıp dioksine dönüştüğünde ancak yok olur. Ama şimdi DDT topraktan bitkilere, bitkilerden hayvanlara, hayvanlardan insanlara geçiyor.

ANTİBİYOTİK TAM TERSİNE BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİ YIKIYOR

Sonra antibiyotikler üretilmeye başlandı. Antibiyotik üretildikten sonra artık tüm mikropların öldürüleceği ve artık hastalık olmayacağı düşünüldü. Peki böyle oldu mu? Hayır, tam tersi antibiyotik bağışıklık sistemini yıktı ve daha çok hastalığa neden oldu. Antibiyotik seçici olarak göz sinirlerine zarar veriyor. Bağışıklık sistemi yetmezliği çok çoğaldı. Körlük, sağırlık, bağırsak problemleri, ağız problemleri çoğaldı. Çünkü antibiyotikler vücuttaki bütün mikropları öldürdü. Doğal olarak ağızda ve bağırsaklarda yaşayan mikroplar öldürüldükten sonra bağışıklık sistemi yüzde 80 yok oluyor. Bunun yanısıra hazım ağızdan başlayarak bozuluyor. Hazım bozulduktan sonra metabolik birikinti çoğalıyor ve sonuç olarak hastalıklar da çoğalıyor. Avrupa ve Amerika’da nadir durumlarda antibiyotik verilir ama Türkiye’de herkese veriliyor. Bütün ilaçlar çok faydalı deniyor ama sonra korkunç zararları ortaya çıkıyor. Keşiflerin hepsi önce methediliyor sonra zararları ortaya çıkıyor ve ilaçlar, ürünler piyasadan toplatılıyor. İnsanda akıl olsaydı bunun farkına varmaz mıydı? Bakıyorum bazen benim talebelerim bile “Aidin Hanım, bu nano teknolojik topu kullanabilir miyiz?” diye soruyorlar. Bunu soran demek ki akıl kazanamadı.

Ben bu bilgilerden yola çıkarak Kuran ve Hadislerde haram ve helali araştırmaya başladım. Haram, insanın vücuduna ve ruhuna zararlı şeylerdir, helal ise insanın sağlığına ve ruhuna faydalı şeylerdir. O zaman tabi ki haram ve helale çok önem vermek gerekir.

MODERN TIP HASTALIKLARIN SEBEBİNİ BİLMEDEN TEDAVİ VERİYOR

‘Gerçek tıp’ isimli kitabınızda modern tıbbın hastalıklara yaklaşımının yanlış olduğunu ifade ediyorsunuz? Sizce modern tıbbın eksikleri, hataları nedir ve bu hatalar neden kaynaklanıyor?

Modern tıp temelde bozuk. Hastalık sebepleri bilinmeden nasıl tedavi edilebilir? Tıp kitaplarında hemen hemen anlatılan her hastalığın altında ‘sebebi bilinmez’ yazar. Böyle bir şey olabilir mi? Bilmediğiniz bir şeyi nasıl tedavi edebilirsiniz? Buna tedavi denmez ki. Sebebini bilmediğinizde hiçbir şey yapmamak en iyisidir.

Modern tıbbın temeli neden hatalı?

Çünkü hastalıkların sebebi çok basit olmasına rağmen bugünkü tıp bunu bilmiyor. O zaman bu basit hususları bilemeyen bir sistem nasıl ciddi hastalıkları bilebilir? Sebepler bu kadar basitken, hastalık sebebini ortadan kaldırmak yerine karmaşık çözümler ile uğraşmayı tercih etmek akıl almaz bir hatadır. Halbuki o basit sebepleri ortadan kaldıracak olsanız bir çok insan hemen iyileşecek.

HASTALIĞIN SEBEBİ YAŞAM TARZIDIR

Hastalığın sebebi yaşam tarzıdır. Yaşam tarzını düzeltmeden hastalığı tedavi edemezsiniz. Yaşam tarzı dediğimiz husus da helal ve harama dikkat ederek yaşamaktır. «Haram yeme, helal ye» hepsi bu kadar. O zaman tabii olarak sağlıklı olursunuz. Başka hiçbir şeye gerek yok. Ama bunu yapmadan kesinlikle yola çıkılmaz ve insan şifa bulamaz. Haram çoğalıyor, bütün katkı maddeleri, aromalar gıdayı o kadar bozuyor ki, gıda gıda sıfatından çıkıyor. Gıda olmayan maddeleri insan kullanmaya devam ederse nasıl sağlıklı olabilir, olamaz. Bütün ilaçlar bağışıklık sistemi ile beyin ve organlar arasında kopukluk oluşturuyor. İnternette psikotropik maddeleri araştırın. Aspirin’den başlayarak, bütün antibiyotikler, hormonlar hepsi psikotropik madde içerir. Psikotropik madde, bağışıklık sistemi ve beyin ve organlar arasında kopukluk oluşturan bir maddedir. Nasıl onlardan şifa olabilir? Şifayı zaten konuşmayalım bile, onlarla nasıl tedavi olunabilir? Kesinlikle olmaz. Biz ilk önce ilaçları terk etmeyi tavsiye ediyoruz ve insanlar hemen daha iyi oluyor. Çünkü o zaman bağışıklık sistemi canlanmaya başlıyor. Bağışıklık sistemi canlandığında kimseye ihtiyaç kalmıyor, süreç kendi kendine işliyor.

Bahadır Cevizci: Vücut neyi nasıl düzeltmesi gerektiğini biliyor esasında. Biz müdahale ederek çözebileceğimizi sanıyoruz. Bağışıklık sisteminin görevi zaten organizmayı zararlardan korumaktır.

Kitabınızda belli hastalıklar için birtakım önerilerde bulunuyorsunuz. Bitkiler ya da kürlerin nasıl uygulanması gerektiğini belirtiyorsunuz. Peki bu önerileri koruyucu hekimlik anlamında mı yoksa hastalık ortaya çıktıktan sonra tedavi edici anlamda mı tavsiye ediyorsunuz?

Hastalık önleyici olarak değil, rahatsızlıklara şifa bulmada kullanıyoruz. Aslında İslam’da iyileşme prensibi budur hasta sadece beslenmesini düzeltmesiyle iyileşecekse, beslenmesini düzeltmesi yeterlidir. İkinci prensip, beslenmeyle düzelmemesi halinde baharat ve bazı bitkilerden oluşan basit ilaçlar verilir. Basit ilaçlarla da iyileşmezse o zaman karışık ilaçlar verilir. Biz de bunun için doğal ilaçlar öneriyoruz.

Ben daha önce insanlarla karşılaştığım zaman hiçbir bitki önermeden iyileştiklerini görüyordum. Ama artık hastalık sebepleri çok fazlalaştı ve derinleşti. Ben bile artık karışık bitkiler tavsiye ediyorum. Çünkü daha derin hastalıklar var insanlarda.

Bahadır Cevizci: Bağışıklık sistemi hasarları daha derin. Hastalıkların direnç kazanması, çoğalması, çeşitlenmesi ve derinleşmesiyle ilgili bir şey bu. Bizim temel mantığımız ilaç üzerine kurulu değil, Gerçek Tıp kitabından onu anlamamak lazım. Temel mantık hataları düzeltmek üzerine, ama artık hataları düzelterek de netice alınmadığı için bitkisel karışımlara mecbur kaldık.

PARFÜM KULLANAN İNSAN İYİLEŞEMEZ

Sizin yaklaşımınızda bitkiler tedaviye destek amacıyla mı kullanılıyor?

Parfüm kullanan insan iyileşemez. Çünkü parfümde ve bütün kokularda, deterjan, gıda kokularında, oda spreyleri, araç kokularının içinde aroma var. Bebek mamalarında bile aroma var. Bebek aromadan ne anlar? Bisküvilerde, çikolatalarda her yerde aroma var. Neden aroma katıyorlar? Neden bütün gençler parfüm kullanıyor? Biz, kokular yüzünden büyük mağazalara, alışveriş merkezlerine giremiyoruz.Camilerde bile çeşit çeşit kokular var bugün. Kokularla en önemli hastalıklar üretiliyor. Ruh problemleri, psikolojik problemler, tiroid hastalıkları ve kısırlık bunlardan sadece bazıları. Bunlar biyolojik birer silah oldular.

Peki bunlar bilinçli mi kullanılıyorlar?

Kullanan için bilinçli değil ama üreten açısından bilinçli.

Kokuların yaygınlaştırılması bilinçli mi peki?

Bu derin bir soru.

Bahadır Cevizci: Bugün dünyada üretilen aşıların en büyük destekçileri Bill Gates Vakfı. Microsoft biliyoruz ki teknoloji kuruluşu. Bill Gates’in aşı ile ne ilgisi olabilir. TED konferansında bunu anlatıyor, mesela: “Dünyadaki enerji kaynakları yakın zamanda yetersiz kalacak. Bizim de dünya nüfusunu azaltmamız lazım. Biz bu konuda aşılardan yardım alabileceğimizi düşünüyoruz.” diyor. Bunu bir tedavi ya da bağışıklama yöntemi olarak görmüyor büyük kuruluşlar. Bunu dünyayı bir nevi planlama, toplum mühendisliğinin bir unsuru olarak değerlendiriyorlar ve bu teknolojileri ona göre tasarlıyorlar. Bu buradaki parfüm satan kişiyle alakalı değil. Burada parfümü satan kişi, üreten kişi ile de alakalı değil.

ÇOCUKLAR KIZAMIK, SU ÇİÇEĞİ, KABAKULAK GİBİ HASTALIKLARI GEÇİRMELİ

Çocuklara aşı yaptırılması konusunda da ezber bozan açıklamalarınız var. Siz çocuklarınıza aşı yaptırmayın diyorsunuz. Bunları biraz açabilir misiniz? Hiç aşı yaptırılmayan bir çocukta aşı yerine bir şey yapmalı mı, yoksa zaten doğal süreçte o gelişimi normal midir?

Ben yaptırmayın demiyorum kesinlikle. Ben insanlara aşıyı anlatıyorum. Bebeklerde 6 ay boyunca anneden gelen pasif bağışıklık sistemi işlev gösteriyor. 6 aydan sonra gerçek bağışıklık sistemi oluşmaya başlıyor. Aktif bağışıklık olmasa çocuk hastalanır. Düşünürseniz kızamık, suçiçeği, kabakulak gibi çocuk hastalıklarının ne hayırlı hastalıklar olduğunu görürsünüz. Çünkü onlar Allah tarafından verilmiş, bağışıklık sistemini kuvvetlendiren hastalıklardır. Çocuklar bu hastalıkları geçirmeli ki bağışıklık sistemleri oluşsun ve kuvvetlensin. Başlangıçta bebeklerde bağışıklık sistemi yoktur dedik, fakat biliyorsunuz bebeklere de en ağır aşılar bu dönemde yapılıyor. Örneğin doğum sonrası hemen K vitamini ‘göbek kanamasın diye veriliyor’ deniyor. Ben meslek hayatımda hiç göbek kanaması diye bir şey görmedim, duymadım. Veya K vitamini eksikliği olması sebebiyle aşı yapılıyor deniyor. Bu da imkânsız.

K vitamini vücutta bütün süreçlerde yer alıyor. Protein üretiminde, DNA kıvrımlarının açılmasında yer alıyor. Doğar doğmaz hemen vitamin K verilmesi karaciğeri olumsuz etkiliyor. Karaciğer enzimleri alt üst oluyor ve bebekler ağır sarılık geçiriyor. Bilirubin çok yükselince ışın tedavisi uygulanıyor.

AŞILAR ÇOCUKLARI DOMUZLAŞTIRIYOR VE MAYMUNLAŞTIRIYOR

K vitaminin yanı sıra bebeğe doğumdan yarım saat sonra Hepatit B aşısı yapılıyor. Neden bir bebeğe Hepatit B aşısı yapılır ki? Çocuğun annesinin Hepatit hastası olması durumunda bu hastalık çocuğa geçmesin diye bu aşı yapılıyor deniyor. Burada da mantık yok görüyorsunuz. Ya anne Hepatit B hastası değilse? O zaman neden Hepatit B aşısı her bebeğe yapılıyor? Ben neden olduğunu biliyorum ama halk bilmiyor. Aşılar DNA rekombinant ve nano teknoloji yöntemleri ile üretiliyor. Her aşıda domuz maymun DNA parçaları, civciv ve inek proteinleri, farklı protein parçaları ve kimyasallar kullanılıyor. Biz artık kimyasalları bile konuşmuyoruz. Çünkü kimyasallar sadece fiziksel zarar veriyor. Düşünün aktif bağışıklık almayan bir bebeğe domuz ve maymun DNA parçaları enjekte ediliyor. O zaman bu DNA parçaları çok rahat ve kolay bir şekilde bebeğin DNA’sının içine nüfuz ediyor. Çok basitçe söyleyeceğim size bunun sonucunda insan domuzlaşıyor ve maymunlaşıyor. Kur’an-ı Kerim’de Maide Suresi 60. Ayet’te Allah Cenab-ı Hakk, total domuzlaşma ve maymunlaşmadan bahsediyor. Bu ayeti mutlaka okumak ve ibret almak gerekir.

Faruk Günindi: Şöyle diyebilir miyiz? Siz aslında bağışıklığa karşı değilsiniz. İlk 6 ay iyi geçerse, sonraki 1,5-2 yıl içerisinde doğal çocuk hastalıklarının bağışıklığı geliştirdiğini söylüyorsunuz. Ama bağışıklama için kullanılan aşıların faydasız olduğunu söylüyorsunuz.

Aidin Salih: Faydasız değil, korkunç zararlı.

Faruk Günindi: Aslında bağışıklama diye bir şey var yeryüzünde ve bu hastalıklar da bunlar için yaratılmış. İlk 6 ay çok önemli. İlk 6 ayı doğru geçiren bir çocuk, 1,5 yıl boyunca sağlıklı bir bağışıklık sistemi geliştirebilir. Bunu engellemediğiniz sürece bu böyledir. Bunu engellediğiniz zaman, engelleyen ne yaptığını bilmiyorsa bunu karıştırmış olur.

HİPERAKTİF, OTİSTİK YA DA ÜSTÜN ZEKALI ÇOCUKLARIN NEDENİ AŞILAR

Peki bu söylediğiniz olayı biz pratikte nasıl gözlemleyeceğiz?

Aslında siz dikkatli olsaydınız, görürdünüz. Bugünkü çocuklar eski çocuklardan çok daha farklı. Mesela hiperaktif, otistik ya da üstün zekâlı. Akıllı olmadıktan sonra üstün zekâlı olmanın ne faydası var. Zekâ, yüzeysel bilgidir ve bu bilgiden hiçbir fayda yoktur. Biz ilmin faydalı olduğunu biliyoruz. Bugün biz belki bilgi sahibi oluyoruz ama yarın bilginin bizim için zararlı olduğunu öğrenebiliyoruz. Ama ilim hiçbir zaman değişmiyor. Çünkü ilim Yaratıcı’dan gelir. Akıl düşünce ve eşya arasında ilişki kurmak için gereklidir.

Faruk Günindi: Yani yeni bir hastalık tanımından bahsediyoruz. Hastalık bir sonuç değil, aslında onu hazırlayan yaşam tarzıdır. Başı ağrıyan bir kişinin hastalığı baş ağrısı değil, baş ağrısına götüren yol tercihidir. Hastalık dediğimiz şey yani yanlış yaşam tarzı ilk önce öğrenmesi ve iyileştirilmesi gereken şeydir, bağışıklığın yanlış yaşam tarzına verdiği tepki değil. Eğer siz yardım etmezseniz, bağışıklık yanlış yaşam alışkanlıklarına kendince çözümler üretiyor. Bu çözümle mücadele etmek boş ve anlamsız.

ATEŞ HASTALIK DEĞİL HASTALIKTAN KURTULMADIR

Aidin Salih: Biz vücudun hastalık mekanizmalarını bugün hastalık olarak kabul ediyoruz. Mesela ateş. Çocuk ateşlenince, eyvah çocuk hastalandı diyoruz. Ateş hastalık değil, hastalıktan kurtulmadır. Neden? Çünkü çocuklar suni süt içiyor, suni gıdalar tüketiyor ve vücutlarında katkı birikintileri oluşmuş durumda. Bağışıklık sistemi bu birikintileri çıkartmaya çalışıyor. Ateş yükseliyor, o sıcak kan ile o birikintiler erimeye başlıyor ve ter yoluyla vücuttan atılıyor. Yani vücut, atıkları ter, balgam, idrar yoluyla arındırmaya çalışıyor. Bu hastalık mıdır? Değildir elbette. Ama tıpta bu hastalık olarak görülüyor.

Kitabınızda bir insanın nasıl davranması gerektiği, kendisini hayata nasıl hazırlaması gerektiği anlaşılıyor. Ama pratik hayatta çok acil durumlarda yapılabileceklerle ilgili şeylerin olmadığını görüyoruz. Örnek, çocuklardaki ateş. Anne babalarda psikolojik olarak bir doktora emanet etme durumu var. Hastaneye gidince ve çocuğu bir doktora gösterince anne ve baba psikolojik olarak rahatlıyor, çocuğunun şifa bulacağını düşünüyor. Siz çocuğun ateşli zamanlarında çocuklara ılık banyo yaptırın gibi önerilerde bulunuyorsunuz. Bunu evde uygulayan bir aile, ateş hemen de düşmezse telaşa kapılıyor. Onun üzerine tekrar hastaneye götürüyor. Bu noktada kitap pratik olarak ağır geliyor. Yeni baskılarınızda söylediklerinizin daha pratize edilmiş, insanların hap gibi kullanabilecekleri bilgiler şeklinde çözümleriniz var mı?

İşte bunun için akıl sahibi olmak gerekir. Akıl kazanmadan insan hiçbir şey anlamaz. İnsan ancak açlık ile akıl kazanabiliyor. Açlık ile vücuttan bütün zararlı maddeler, bütün katkı maddeleri, kötü yağlar ve birikintiler çıkartılıyor. Yani haramlar yakılıyor. Kan dolaşımı düzeliyor, kan dolaşımı düzelince beyin yeteri kadar gıda ve oksijen alıyor. Beyin çalışmaya başlıyor ve beyin çalışmaya başlayınca akıl geri geliyor. Akıl geri geldiyse bir problem yok. İlk önce kadınların ve annelerin akıllanması gerekiyor. Çünkü ilk önce onlar akıllarını kaybetti. O zaman onlar ateşin çocuk için Allah’ın bir rahmeti olduğunu anlayacaklar. Ben kitapta ılık banyo yaptırın, sirke kullanın diye yazdım ama mesela benim torunlarımda bunları da kullanmıyoruz, banyo da yaptırmıyoruz ya da sirke de kullanmıyoruz. Ne kadar yüksek ateş, o kadar iyidir ve o kadar Allah’a şükretmek gerek.

Peki ateşte risk noktası var mı?

41,5. Ateş 41,5’tan daha fazla olmaz. 41,5’tan daha fazla olursa o zaman ecel, ecele karşı hiçbir şey yapamazsınız. 41 dereceyi görene kadar yanlış müdahale edilmezse o zaman ateş çocuğa bir şey yapmayacak ve kendi kendini yok edecek demektir.

Ateşlenme bağışıklık sistemi tepkilerine yalnızca bir örnektir. Bu konu ne kadar detaylı anlatılsa da biraz inanç ve tevekkül ile ilgili bir konu olduğundan herkes tarafından tam anlamıyla anlaşılamayabileceğini düşünüyoruz. Arzu ederseniz bu şekliyle bırakalım, merak edenler, ilgilenenler detaylar için gerekli araştırmayı bireysel yürütsünler.

Bütün birikintiler, bütün zararlı mikroplar 41 derecede yok oluyorlar. Beyin, 41 derecede kendini temizler. Havaleden korkmamak gerekiyor. Düşük ateşte de havale olur. Düşük ateşte havale geçirmek bağışıklık sisteminin çökmeye başladığını gösteriyor, bağışıklık sistemi yetersizliği oluştuğunu gösterir. O zaman iki ağır sebep birleşiyor. Ben kitapta da bir örnek verdim. Diyelim ki nefes borunuza bir cisim kaçtı. O zaman ne yaparsınız? Öksürürsünüz değil mi? Öksürüğü durdurursanız ne olacak? Aslında önemli olan bu. Havalede de aynı prensip var. Demek ki beyinde katı tıkanıklıklar var. Yüksek ateş olduğu zaman beyin ısınıyor. Beyin ısındıkça, nasıl ki demir sıcakta genleşir, damarlar da açılır o zaman tıkanıklıklar hareket eder. Hareket ederken de kasılmalar olur çünkü beyin tüm organlar ve kaslar ile bağlıdır. Dolayısıyla kasılmayı durdurmak anlamsızdır.

Bu durum suni olarak insan vücuduna giren gereksiz ve zararlı şeylerin atılmasına yönelik. İnsan kendi kendine ateşlendiremeyeceği için bunu kendi kendine nasıl yapacak? Ya da toksinleri atmak için bununla ilgili öneriniz nedir? Yanlış hatırlamıyorsam, diş macunu kullanıyorsanız beyniniz zarar görüyor diyorsunuz. Şimdi onun temizlenmesi gerekiyor ya da karaciğerin.

Diş macununu bırakması gerekiyor.

Ama diş macununu bırakınca beyin otomatik olarak temizlenmiyor. O zaman ne yapmamız lazım?

Açlık yapmak, hacamat ve sülük kullanmak. Çünkü sülükler bazı maddeleri eritiyor. Eritilen maddeler de kan ile dışarı atılıyor. Hacamat da birikinti ve tıkanıklıkları mekanik olarak çekiyor.

(Kaynak: on5yirmi5.com, 26.12.2012) Röportaj: Gizem Gül